Yaban Diyardaki İnce Yabancı
Gökhan Tok
Kaan İnce hakkında bir yazı yazmam istendiğinde ne yazacağımı şaşırdım açıkçası. Yıllar sonra, birini yıllar önceki haliyle hatırlamak bırakın benim gibi hafızası zayıf birini, zihni sarih kişiler İçin bile zor olsa gerek. Hele de tanımadığınız biriyse...
Kaan İnce benim tanımadığım biri.
Tanımıyormuşum, tanıyamamışım. Birlikte oturup konuştuğumuzda, yemek yiyip çay içtiğimizde tanıyamamışım meğer. Güldüğümüz, küfrettiğimiz, homurdandığımız zamanlarda bile birlikte değilmişiz. Meğer o tanımadığımız, içinde farklı biri olan başka biriymiş. Tanısak, bilsek yaptıkları bize uzak, gittiği yer yabancı gelmezdi. Şimdi yıllar öncesine dönüp bu yabancıyı, yabancılık çektiği diyarda yaşadıklarını hatırlamak zor. Birçok şeyi unutmuşum, o günlerde yaşadıklarımı, tanıdıklarımı unutmuşum. Bazen böyle hastalıklı bir düşünce geçiyor aklımdan, unutmak belki de bana iyi gelmiş.
Kaan öldü, biz büyüdük; iş güç sahibi olduk. Yaşasa Kaan da bir yerlerde bankacı, muhasebeci, memur, reklâmcı, müfettiş, insan kaynaklan müdürü vb. olacaktı. Bir şekilde karşıma çıksa ona da söylerdim bugün: “Yaşamı savunmak adına unuttum ben seni...” . Oysa yalan. Unutmadım ki… Nizamettin Uğur’a götürdüm yazdıklarımı. Gencim daha, ellerim titriyor yazmanın şehvetiyle. Okunmak, bilinmek istiyorum ama asıl iştahım yazmak üstüne. Nizamettin Hoca yazdıklarıma baktı, okudu. “Balkan Kıraathanesine gel” dedi, “orada seni biriyle tanıştıracağım.” Kıraathanenin önüne geldim, içeri baktım; hoca henüz yoktu. Girdim içeri bir masaya oturmak üzere yürüdüm. Tek bir masa boş; ağır adımlarla o masaya yöneldim. Yandaki masada bir kişi oturuyor; zayıf, kavruk bir oğlan... Göz ucuyla bakıp geçiyorum. Yüzüm kapıya dönük. Nizam Hoca’yı beklemeye başlıyorum. Nizam Hoca göründüğünde gözlerim parlıyor, elimi kaldırıp kendimi belli edeceğim... İnce delikanlı elini kaldırıyor işaret ediyor. Hoca önce onun yanına gidiyor, alıyor yanıma getiriyor. “Siz daha tanışmadınız mı?” diyor gülerek. Elinde dosyalar, kağıtlar, bizim elimizde dosyalar kağıtlar, bende öyküler Kaan’da şiirler... Edebiyatta hevesli çocuklardık. Sanki bizi yazın dünyasını bahçesine bırakmışlar da kaçmışlar, Nizam Hoca bizi bulmuş bakıyor besliyor gibi... Edebi anlamda Nizamettin Uğur bizim babamız oldu. O gün Kaan İnce’yi ilk görüşümdü. Sonraları kah bıyıklı kah traşlı, kah kısa kesilmiş kah uzamış kıvırcık saçlarıyla gördüğüm zamanlar oldu elbette. Yine de, ben onu bugün başka halleriyle değil, o ilk gün gördüğüm haliyle hatırlıyorum. 2008 yılının sonunda bu yazıyı kaleme alırken yıllar öncesine, geçmişe döndüğümde, Kaan İnce benim için ışıltılı gözleriyle gülen bir kardeştir.
Kaan’ın da çalışmalarıyla yer alacağı bir dergi çıkarmak niyetindeyken, onun adına, o olmadan bir dergi çıkarmak çok yadırgatıcı bir duyguydu. İzlek dergisi böyle sersemletici bir havada çıktı. Zamanda bir kırılma olmuş da başka bir boyuta geçmişiz gibiydi. Başka bir hayatta, bir paralel evrende, izlek dergisi ekibinde Kaan İnce de var. Yıllarca şiirlerini yazmayı sürdürdü. Okumadığımız pek çok yeni çalışmaya imzasını attı. Biz bunu bilmiyoruz. Bizim evrenlerimiz 1992’de ayrıldı ve farklı hayatlara savrulduk. Şimdi bize kalan, şiirleriyle var olan bir yabancı Kaan İnce; buralar da yaban diyarlar.
İzlek dergisini görse ne düşünürdü bilmiyorum. Belki beğenir tatmin olur, belki de beğenmez daha iyisini yapmaya çalışırdı. Ama İzlekçileri severdi eminim. Yazarları, şairleriyle o dergi, Kaan’ın görmesi gereken bir dergiydi. Orada bizimle olmalı, bizimle tartışmalı, bizimle okumalı, yazmalıydı. O güzel insanları Kaan da tanımalıydı. Oysa tanışamadı, bir yabancı olarak kaldı.
Yalnızca gelişler kutlanır diyor bir Eskimo atasözü. Kibar birisi, gidişiyle başkalarını üzmemek için veda etmeden gidermiş. Kaan giderken bize veda etmedi. Gidişiyle üzmemek için belki. Bugün gidişinden daha fazla üzüldüğüm bir şey varsa onun gelecekte yazacaklarını okuyamamaktır. Belki de şiirinde aradığını çoktan bulmuştu da, yolculuğuna bu nedenle son verdi. Belki de aradığını hiç bulamayacağını düşündü. Ne var ki biz yolumuza devam ettik, yolculuğumuz sürdü, sürüyor.
Bugün yanımızda yürümeyi sürdürmesini isterdim açıkçası. İsterdim ki bu bir anma değil kutlama yazısı olsun. Kutlama başka bir hayata kaldı.