biz buradayız, sen de. ama...

 

ayda erbal

 

Irmakların denizlere eriştiği yerlerin tela¬şı vardı yüzlerimizde... Sabırsız, dört küçük ço¬cuktuk... Sakalımız, bıyığımız vardı ya, onlar bile engelleyemezdi hayal kurmamızı... Sakallı çocuk, şapkalı kız, akıllı çocuk, deli kız... Bir de inanmış adam...

 

Öyle sanıyorduk ki birbirimize daha sıkı sarılırsak daha kolay dönecekti dünya... Anka¬ra’nın güneşi Perşembe akşamları daha bir başka tutuştururdu pencereleri... Seksek oynamaya koştuğumuz günlerde olduğu kadar hızlı atıyordu yüreklerimiz... Dayanamıyorduk... Kağıtlarla kalemleri, bir de damarlarımızda inatla dolaşanı ortak etmiştik küçük dünyalarımıza... Birimiz istese diğeri canını verirdi tereddüt etmeden...

Gözleri kaygı saksısıydı... Deltaların bir başınalığı gelmiş konmuştu gencecik omuzlarına... İnsan olmayı, onuru seçmiştik... Hani hiç ayrılmayacaktık?

Temmuzdu... Karanfil Sokak’ta görmüş¬tüm seni en son... “Eylül’de dergi" diyordun, “artık yeter” diyordun, “hayal” diyordum da, sen, “ille de olacak” diyordun, “bizi anlamayacaklar, ne zamana kadar böyle bölük pörçük, belki der¬giyle olur” diyordun, “bir sayı bile çıksak, çıka¬lım” diyordun, ben gülüyordum, gülüyorduk ağız dolusu... Ah, yazarken anılarla cebelleşmenin zorluğu.

Tuhaflıklarımızın, parlayıp sönüşlerimizin tanığı çay bardakları, bir de oralet kavanozla¬rı, bir de adisyonlar, bir de yeşil çuhalar... Başı¬mızı sokacak bir yerimiz yoktu, ne gam, gökyüzünün tamamı bizim değil miydi? Vardık ya, beraberdik ya, güçlüydük ya, artık ne köşebaşlarının müdavimi gulyabanileri, ne de durağanlıktan, durgun sulardan sökün eden uçan atlar korkutabilirdi bizi…

Oradaydık... Güneşe akanların arasındaydık…  Yarınları istiyorduk.. Gittin… Kırıldık, koptuk dallarımızdan... G i t t i n ... Bak biz ordayız, olduğumuz yerde, hem dergi de var, sen de varsın, gücümüz yettiğince olacaksın da...