İkincil
Ruhla Pis Duvar Buluşmaları
Özge Dirik
iki sandalyeli bir masayla, masanın
gençliğinden konuşuyorduk.
on bir sandalye ve iki intihar
büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.
zamanın mücadelesi armağan etmişti
bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının
arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.
dahası an, tıbben ölüydü.
atık kamyonlarında mühürlü bir yürek
şehir çöplüğünde martı ziyafetinden
önce
bir film setine emanet edilirdi belki,
korkuturdu yine bizi.
senin dünyanda vapur kalkınca
balıklar çamaşır yıkardı
içindeki hileli sayaçların aritmetiği
sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü
tırabzanlardan aşağıya
ayaklarını sallandırıp
annesine hınzır hınzır gülen o çocuk
uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa
çoktan geldi.
ama ikimiz de biliyorduk
elleri harita kadar acılı her annenin
son görevi
çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti.
sağır ve dilsizler ülkesinde
kulaktan kulağa oynarken özgürlük
düşün,
sigaranla aynıydı aşkının geleceği
duman hali.
şimdi biz,
yatırılmamış bir şans kuponu
pişmanlık olur en iyi ihtimalimiz.
oysa
mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydın içinde.
Makas
Özge Dirik
bak
sular çekildi.
hep hatırlatır ya sahipliğini
işte öyle
kapatıp, türbanladı tanrı
denizini.
kumları oyalayan
kir içinde, birkaç çocuk ayağı şimdi.
bende kemikleşen babamın
mezarını bilmem
ama bir çocuğu kemiren
ya bir babadır hep
ya da yokluğu.
bak
avuçlarının içindeki raylardan çıkıyor
çok yüklediğimiz tren
belki boynunu kurtarıyoruz
trenlerin makaslandığı yerlerde
ilk defa
doğru raylara uzanmış bir kadının.
ama bu kez de
kargaşa ve ceset oluyor
senin ekseninde.
biliyorum
bir aşkın üstüne yakışacak ağız tadı
değil
akşamları acıya yatırılan bir damak
belki sonra
eli siyahtan başka bir renge de
uzanabilen
ressamlar tanır seni
bilirsin
seni çırılçıplak çizmek için
kendini soyan birini
ama tren ne kadar dinlense de
raydan çıktığı o noktaya yaklaşırken
—ki söz konusu olan bir kadındır
korkusuna yaklaştıkça çoğalır
güzelliği—
bilmeyecek hiç
o noktayı
bir daha geçip geçemeyeceğini…
Vasiyet
Özge Dirik
“ki en kötüsüdür,
ölümden sonra da istemek.”
Benden firar eden dünyadan,
son isteklerimi taşırken bana,
dikkat et; aynı olmasın torbanın
rengi,
ayağına giydiğin galoşlarla.
Şu bizim yan odada,
Kürt kaşlı kız çok inledi dün gece,
boştu yatağı,
bugün iyileşmiş, tahliyesi olmuş,
inandıramadılar bana.
Bir uçlu sakla da göğsüne,
teninin kokusu olsun izmaritinde.
Bu yalnızlığı biz yaratmadık,
bilakis tütünü bile dost eyledik
kendimize.
Ya sen,
ellerini yıkıyorsun bana her
gelişinde,
benimle aynı gün ölecek olan
alyansında,
bir sabun parçası,
ne demekse.
Yarın belki de son kez,
ziyaret saatini özleyeceğim yine,
yemek yiyeceğim,
tadını tuzunu alıp, öyle veriyorlar
yemeği,
mercimeğin içindeki böceğin bile
hesaplı kalorisi.
Giydiğin eteğin yırtmacı ilk defa
dokunuyor bana,
beni yolcu eden akciğer
kediye atsan yemez
geç kalmayacak randevusuna.
Gidince çürümeyeceğini bilsem,
ellerimizi değiştirelim derdim.
Ellerimin ellerinde verdiği güzel ve
uzun mola,
ayrılık Allah’ın emri,
ölüm olmasa…