BANA
DOĞRU GELEN KİM? 'YA DA
ŞİMDİKİ
ZAMANDA
BİR
MOBİL, BİRİNCİ TEKİL ŞAHIS
Nilgün Marmara
Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin,
yokedilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş.
Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene,
dalgalanan duygularımla. Sarkıyorum
tavandan (bir tavan varmışçasına)
yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme
karşın ‐ lal rengi, çivit
mavisi ve sarı ‐ ve onların yalanlamalarını ‐
tutku, dinginlik ve ölüm
‐
kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi ‐
bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ
sol.
Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk
bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene
karşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor
beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye
ve
devindiğim cılız önlemleri yıkmaya
çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte
olmayı yeğlerdim, oysa. İşte
şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı.
Umursamam,
nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha
sonra...
Şimdilik, hava akımının istencine
boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın,
sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut
içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip
geçinceye ve 'Bana doğru giden kim? '
in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!
Canım
Sıkıntı Sınırı
Nilgün Marmara
Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve
kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum.
Öylesine
bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin
şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.
Sanki varoluş beni cezalandırmak ister
gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri
alarak bu yoğunluğa, olur olmadık
herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.
Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok,
ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım
yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla
kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe
zamana denize kayalara ve kuşlara da
dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının
yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir
yok‐tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun
ağırlığını.
Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ
sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler
yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her
gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden
satın alınmış bu teraziyi birgün başka
bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir
yana
dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne
eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.
Düşü Ne
Biliyorum
Nilgün Marmara
Kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine,
bana ve suçlarıma dolanan?
Gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana?
Yedi tül ardında yazgı uşağı,
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken,
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.
Yine de, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne,
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin,
uyanıyorum küstah sözcüklerle:
Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!
Kuğu
Ezgisi
Nilgün Marmara
Kuğuların ölüm öncesi ezgileri
şiirlerim,
Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı
_________________________bekçi
gizleri.
Ne zamandır ertelediğim her acı,
Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir
ezgi,
‐bu şiir ‐
Sendelerken yaşamım ve bilinmez
yönlerim,
Dost kalmak zorunda bana ve
_______________________sizlere!
Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,
uykusunu bölen derin arzudan.
Büyüsünü bir içtenlikten alırsa
Kendi saf şiddetini yaşar artık,
_______ ‐bu şiir ‐
Kuramadığım güzelliklerin sessiz
görünümü,
ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,
Sevda ile seslenir sizlere!
Şubat, '82
Pavor
Nocturnus Ya Da Delikli Uykular
Nilgün Marmara
Yüzü olmayan bir palyaço, elleriyle
olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. İçerden ağlıyor ve
ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü
yüzü yok!
Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması
gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli
tulumu.
Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun
içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım,
belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar
sıvının içinden, adaya vardıklarında kollarıyla
tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı
çekerek adamlar...
Benle benim aramdaki farkı görebiliyor
musun?
Tomorrow
Will be Another Day
Nilgün Marmara
Belki ona gideriz yarın,
Belleksiz sevgiliye,
Poplin elli korkak çocuğa,
Duyarlığı, unutkanlığının kanı
anaya‐
Ona belki gideriz yarın,
Gören gözlü kör güzele,
Çılgın gülüşlü bebeğe,
Yüreği, sızlanan ruhunun göğü
yavrucağa‐
Yarın gideriz belki ona,
Unutuşun türküsü, bekleyiş
tortusunda,
Esnek kokulu çiçeğe,
Kaynak bakışlı Venüs'e‐
Yitik Kaynak
Nilgün Marmara
Unutuş bir kaynak olmalı,
Yeni’yi her an’a yaymak için.
Ben sana olmalıyım,
Bana sen bir kaynak.
Görüyorum geç, kıyım çok yakın!
Biliyorum artık mut uzaklığını.
Sen yüzümü götürmüyorsun,
Kendi gözünü bile!
Gerçek bilinsin, diliyoruz,
Düz, eğri, çapraz ya da değirmi.
Güzeldir açığa çıkışı yüreğin,
Sen bil ki, ben de seveyim!