Onursal Yakupoğlu
''21
yaşında dördüncü kattan düşen ve hala yerin altına doğru düşmeye devam
eden...''
Bir yer
var, aitlerin kendini yolunda bulduğu, yabancıların şaşkınlıkla izini sorduğu
bir yer.
Çağrılılar,
bilerek, bilmeyerek birbirlerine ıslık çalıyorlar. On yıl, yirmi yıl, otuz yıl
sonrasına ulaşıyor, elli yıl öncesinden duyuluyor sesleri. Bulunacak gibi
arıyorlar; emin, sakin, güvenli. Bir bayrak yarışında gibi ulaşıyorlar
birbirlerine, belki bir bayrak yarışındalar ki, öndekine can verildiği.
Can
yarışı...
Kaan İnce,
Kadıköy Ümit Oteli'nin dördüncü katından geriye doğru başaşağı atladığında
yirmi iki yaşındaydı. Onursal, Kaan'ın şiirinden etkilenmiş, metodunu onunkine
yakın kurmuş, şiirini onun gibi
imge bombardımanına dönüştürmüştü.
Beşiktaş'ta bir binanın dördüncü katından atladığında -belki- yine onun gibi
atlamıştı. Burası ağabeyi Tuğsal Yakupoğlu'yla birlikte kaldığı Yıldız
Mahallesi, Döngel Sokak'taki eviydi. Uzun ve sancılı geçen iki buçuk yıllık bir
tedavi süreci sonunda on yaşındayken annesini kanserden kaybetmesi, hayatı
boyunca sürecek büyük bir kırılmayı da birlikte getirmişti. Öyleki pencerenin
önüne anne babasının düğün fotoğrafını koyarak atlamıştı. Kendini boşluğa baş
aşağı bırakmış, daha sonra yere düşmeden havada dönmüştü. Hastane sürücinde
teyzesi Nazlı Arslan'a, ne olduğunu camdan çıktığı anda anladığını söylemiş,
kafa üstü düşmemek için doğrulmaya çalıştığını anlatmıştı. Bir dönem
dissosiyatif kimlik bozukukluğu ve manik depresif tanılarıyla tedavi gören
Onursal, yakınlarının deyimiyle içinde bir de lord taşıyordu.
Binanın
altındaki Tekel bayinin tesadüfen açık olan brandasına çarparak ağır
yaralanmıştı. Branda açık olmasa doğrudan zemine düşecek, belki de o anda
yaşamını yitirecekti. Artık vücudunun
çeşitli yerlerinde yirmi santime yakın platin vardı ve yaşamaya devem ediyordu.
O zamana dek Eski, Aykırı Sanat, İmlasız, Adıyok, Baykuş,
Asosyoloji, Karakutu gibi fanzin ve dergilerde şiirleri yayımlanan Onursal,
üretimine bir kitapla devam etme kararı almış, ilk ve tek kitabı olacak olan Aforozmalar'ı baharı,
hünkarı ve aşkı Tülay'ya adayarak Nisan 2005 tarihinde Yorum
Sanat'tan çıkarmayı başarmıştı. Kitabın ilk şiiri olan Lahza Oku'nda, çok
sevdiği Kaan İnce'yi anmış, onu böyle selamlamıştı:
''Zamanın
bataklıklarına saplanan
Akrep
Dönüşleri, ayrılık,
Gizdişümü
İNCE KAN'ın
kuşatan
acıdır hüznün kumsallarında''
Onursal,
Lahza Oku'nda Kaan'ı yalnız selamlamakla kalmamış, onun sıkılıkla imgelediği okyanus,
dalga, kumsalı da şiirinde kullanmıştı. Kaan İnce öldüğünde, Onursal henüz
on bir yaşındaydı.
Lahza,
zamanın bölünemeyecek kadar kısa parçası demekse, bu; hiç görmediği Kaan'la
aynılığa, ardıllığa, ve aidiyete işaret olmalıydı. Şiirde bir alanı
tutuyorlardı ve zamansızdılar. İntihar girişiminden sonra henüz koltuk
değneklerinin yardımıyla yürüyebiliyor, çoğu zaman Beyoğlu'nda arkadaşlarının
yanında kalıyordu. Belki de şiirde en verimli dönemi de, bu döneme denk gelmiş
oluyordu.
Gündüz
vakti fenerle aranan...
Gündüz vakti
ellerinde fenerlerle merakla dolanırken İstiklal Caddesi'nde, onları görenler
arasında pek az kişinin ne yaptıklarına dair fikri vardı. MÖ dört yüzlü
yıllarda yaşamış olan Sinope'li (Sinop) filozof Diyojen gibi gündüz vakti
sokaklarda fenerle gezip dürüst bir insan arayan iki kişiydiler. Biri
Onursal Yakupoğlu, diğeri dostu, yol arkadaşı Önder Uygun'du.
Cihangir'de
dumanaltı küçük bir evde rastlaştıklarında henüz birbirlerini tanımıyorlardı.
Beş, altı
kişi hararetle bir şeyler tartışıyor, birinin sesi diğerlerinden farklı
çıkıyordu. Uygun, şiirde gittikçe
güçlenen
nitelik kaybına feryat eden bu sesi ilk defa duymuş fakat, tanıdık bulmuştu.
Sabahın ilk ışıklarına kadar şiirden konuşmuş, tanışmışlardı.
Onursal, için
şiir uğraşı ya da araç değil, amacın ta kendiydi. Bu, onunla tanışan herkese
geçen ilk duyguydu.
Mimar Sinan
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi öğrencisi Onursal, uzunca
kağıtlara yazdığı şiirleri, koridor ve kantin duvarlarından sarkıtıyordu.
Duvarlara kimi zaman kendi şiirlerini, kimi zaman da Nilgün Marmara, Rimbaud,
Ece Ayhan gibi etkilendiği şairlerin şiirleri asıyordu. Akademi pek umursadığı
bir alan olmadığı gibi, okulu sınırlı bir sosyalleşme alanı olarak görüyordu.
Yaşamın her alanında;
okulda, edebiyatta ya da aşkta, klasik sevinçleri ve üzüntüleri yoktu. Toplumca
kabul görmüş bir başarı onun için bir anlam ifade etmeyebilirken, kimi zaman
kendi ikliminde gerçekleşen küçük ilerlemeler için sakin fişekler atıyordu.
''sıcak gövdemin mucize gövdesinden
sarkarak''
Babası Bahri
Yakupoğlu, banka müdürlüğünden emekli olduktan sonra, Tuzla'da bir kafe açarak
işletmeye başlamıştı. Onursal bazı günler kafeye gelip, gün boyu burada vakit
geçiriyordu. Öyle günlerden birinde akşam üzeri eve gitmek için işyerinden
çıkmış, babasının biraz sonra birlikte gitme teklifini, yorgun olduğu
söyleyerek geri çevirmişti. Baba Bahri
Yakupoğlu, Onursal'dan yaklaşık bir saat sonra eve vardığında onu doğalgaz
borusuna asılı bulmuştu. Onursal, kendini babasının kravatıyla asmış, Bahri
Bey, dünyanın en büyük acısıyla, en zor düğümünü çözerek oğlunu yere
indirmişti. Ölümünün ardından bunun
istem dışı, bilinçsiz bir eylem de olmuş olabileceği de düşünülürken, kimi
yakın dostları ''Gitme vaktinin geldiği, annesi çağırdığı için gittiğini.''
düşünmüştü.
Onursal
Yakupoğlu'nun 29 Nisan 1981 yılında Çanakkale'de başlayan hayatı, hayatından
geçtiği herkese sihirli bir değnek gibi dokunarak sürmüş, 7 ocak 2006 yılında
Tuzla'da son bulmuştur.
Onursal
Yakupoğlu sürüyor...