Can İren
<<Kimse
suçlu değil. Hepsini kendim hazırladım. Kimse sorumlu değil.>>
Nedeni:
<<bu dünyaya uyamıyorum.>>
30 Eylül
1967
Poyracık
Sokak 15 / 4 -Teşvikiye
Siyanür dö
potasyum
“
Evet Selma, 'ölüm’ tehdidini duymaksızın çok mu genç ihtiyarladık, bilmiyorum
ama İstanbul’daki sıkıntım, kendi yaşantısını, İstanbul’da soyut bir biçimde
sürdüren ve bunda ‘prens’liğini duyan Prens’in sıkıntısıyla karıştırıyorum hep…
Burjuva sosyalist entelektüellerle, imparatorluk ve feodalite kalıntısı bir
burjuvazinin içersinde senin tabirinle ‘Sosyalist bir Prens! in” nasıl
doğduğunu daha iyi anlıyorum böylelikle…”
Can İren, 16
Mayıs 1965 Iserlohn (Almanya) tarihli mektubunda arkadaşı Selma Keşmir'e
durumunu özetlerken bu cümleler geçiyordu kağıda. Demek bir prens olarak
doğmuştu fakat sosyalistti. Bir prens olarak doğmuştu çünkü: Baba Nejat İren BM temsilcisi, Anne
Lamia İren Vefa Lisesi'nde İngilizce öğretmeni, Amca Cahit İren Ticaret Bakanı,
Büyükbaba Kemaleddin İren gazeteci yazar
ve Basın İstihlak Kooperatifi müdürüydü. Yakın akrabalardan Ülvi Yenal,
Galatasaray Kulübü’nün ve Futbol Federasyonu’nun başkanlığı yapmış eski bir
futbulcu ve Şişli Terakki Lisesi’ni birincilikle bitiren Can İren...
Ya da bir şair
olarak Can İren, bir ressam, bir maden mühendisi. Doktora için
bulunduğu Almanya'dan küçük bir
çocuğa -ki dokuz yaşında şiirler yazıp mektuplayabilecek bir çocuk- mektup
yollayabilen bir alçak gönüller denizi. İçine doğduğu zorunlu krallıkta,
kendini ne krallığa, ne içine sindirebilmiş bir prens. Eğitimli,
saygın, varlıklı bir aileden geliyordu ve aileden gelen tüm özellikleri -belki
de- yükselterek taşıyordu. Çoğunlukça ulaşılmakta uğraşı verilen bulunanı,
uğraşı verenden daha inançlı yakıyor ve sakin bir yalınlıkla ateşi içine çekerken
bir daha hiç rastlanamayacakmış gibi imkanlı bir şüpheyle aranıyordu.
İren'in
duygu dünyasındaki temel kırılma nedeni, anne babasının o daha çocuk yaştayken
ayrılması mı yoksa, Annesi Lamia İren'in Vefa Lisesi'nden öğrencisi Mehmet Emin
Zorlu tarafından öldürmeye çalışılması
mı bilinmez. Belki de tedirginliği çok daha öncesinde, varlıkla
başlıyordu. Lamia Hanım'ın iri kıyım öğrencisi, derste hocasının arkası
dönükken kemer ya da benzeri bir şeyle boğazını sıkacak, öğrencilerden gelen
çığlıklarla Lamia Hanım baygın kurtulacaktı. Saldırgan tutuksuz yargılanıp, iki
buçuk aya mahkum edilirken Lamia Hanım ''altı yıl 8 ay'' ağır hapis cezasına
çarptırılacaktı. Lamia Hanım, on bir aylık tutukluluktan sonra meslekten men
edilirken, daha sonra gelen baskılar neticesinde 16 şubat 1962 tarihinde
tahliye olacaktı. ''Dünyada Sputnikler atılıyor, siz uyuyorsunuz...'' Diyordu
öğrencilerine ve bu komünizm propagandasıyla yargılanıp, ceza almak için hayli
yeterli bir sebepti.
İren'in İlk
şiiri, Varlık dergisinin 1 Eylül 1958 tarihli, 485. sayısında yayınlandığında
henüz on yedi yaşındaydı. Gerek 485. ve
497. sayılarda ve gerekse de ölümünden
sonra Yeni Dergi'nin Mart 1968 tarihli 42. sayısında yayımlanan dokuz
şiirlerinde başlık kullanmamıştır. Yaptığı resimlerden hiç birinin akıbeti
bilinmezken, ölümünden sonra anne Lamia İren tarafından verilen ''Can İren Ödülü'' 1976 yılına kadar
sürmüştür.
Can İren,
Almanya'deyken ona -kimi sitemlerle birlikte- şiirlerine yollayan o küçük
çocuğa dikkatle eğiliyordu. Ona nasıl topa vurulacağını öğretmiş, nasıl şiir
yazılabileceğinden bahsetmişti. Arkadaşlarının
oynadığı oyunları saçma
bulan, oyunları kazanınca sevinip, kaybedince üzülmelerini anlamlandıramayan bu
küçük çocuk, yakın arkadaşı Selma Keşmir'in henüz dokuz yaşındaki oğlu Vedat
Milor'dan başkası değildi.
İren, Vedat
Milor'a cevap mektubu yazıyordu yazmasına ama, asıl mektubu annesi Selma
Hanım'a yazıyordu:
''Vedat'ın
mektupları beni sıkmak şöyle dursun, üzerinde oldukça düşündürdü. Yaşantısına,
ya da yaşantısının 'saçma'lığına; bilye oynayan arkadaşlarının, günlük
yaşantısını anlatırken öyle güzel bir başkaldırısı var ki...'' ''Bu çocuk bir 'bay herkes' değil!
Şiirlerinde de 'soru' ve 'yadsıma'
sevimli bir bilinçsizlik, (çocuğu kim yapar bilinmez...) ve ağır bir
bilinç, (düşünce aynı anda hayaldir...) bir arada gidiyor...'' '' Bu
çocuk-adam'ın 15 sene sonrasını inan ki müthiş merak ediyorum.''
Vedat
Milor, Can İren'in öngördüğü üzere gerçekten de ''bay herkes'' olmayacak;
hukukçu, sosyolog, ekonomist bir profesör, otorite bir lezzet eleştirmeni
olacaktı. Vedat Bey, geçtiğimiz yıl, bir dergi için Can İren'e 49 yıl sonra
yazdığı zarfsız cevap mektubunda şunları söylüyordu Can'a:
“...Bu çocuk
bir 'bay herkes' değil' diyorsun
benim için. 15 sene sonrasını, yani 25 ve sonrasını soruşturmama
nedenini anlıyorum. Hayata “atılma” demiyor muyuz 25 yaş sonrasına?
Atladığımızı sanarken atılıyoruz bir yerlere. Önce çöplüğe...
Şansımız varsa hijyenik torba geçirilmiş çöplüğe,
ama gene çöplüğe...''
Can İren'in
yaşamını sonlandırmasıyla sarsılanlardan biri de, ressam ve çevirmen
Rasih Güran'dı. Güran, İren'in ölümünden
sonra Yeni Dergi / Mart / 1968 / Sayı 42'de ele aldığı kapsamlı yazıda dönemin
kimi aydınlarına eleştiriyordu. Onları bunalım felsefelerini yay
''Can
toprağa verileli beş ay oluyor. Genç, taptaze ve pırıl pırıl
kafası beş aydır toprağın altında Can'ın. Artık bunalmıyor.'' Yaşamın
anlamsızlığını, saçmalığını durmadan yayan ve yazan, öte
yandan salonlarda ve içki sofralarında bunalım felsefeleriyle çevrelerini
kırıp geçiren aydınlar geliyor aklıma. Can'ın ölümünden
beri onları daha başka türlü görüyorum: daha
komik, daha bayağı, daha zavallı. Birer suçlu da diyebilirim
onlara. Sartre'ına, Camus 'süne de kızıyorum artık.