Beşir Fuad
Moral
Değerler Denizi, bir daha hiç rastlanılamayacakmış gibi imkanlı bir şüpheyle
aranan şairlere görev adına vücut buldu. Sahici bir merakın tutuk, acemi talibiydi.
On iki sayıda talip olduğu şairlerin büyük çoğunluğu müntehirdi fakat, o,
kendini asla ''intihar eden şairleri araştıran'' bir yazı dizisi olarak ortaya
koymadı. İnsanın kendini öldürmesinin değil, insanı, kendine öldürten tutkunun
arayışçısıydı. Birbirlerini hiç görmemiş, duymamış şairlerin ölürlerken dahi
birbirlerine selamlamasına, bağlılık bildirmesine, çilede ortaklaşmasına şahit
oldu. Şimdi on iki yıldızdan dökülen toza değen gövdesiyle son buluyor...
''Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı
duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı
yazıyorum, kapıyı kapadım, diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi.
Bundan daha tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu
kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.” Beşir Fuad
Beşir Fuad, klorit kokain enjekte ederek uyuşturduğu
bileklerini kestikten sonra gözlemini bu ifadelerle geçiyordu kağıda. Bu yalnız
Osmanlı için değil tüm dünya için alışılagelmişin dışında bir eylem, bir
deneysel intihardı. Dostu Ahmet Mithat Efendi'ye yazdığı mektupta yaşamını
nasıl sonlandıracağını ayrıntıyla bildirmiş bunu
''bu fikri yaz gelirse Kağıthane'ye gider gibi telakki
ettim'' diyerek
ferahlıkla gerçekleştireceğinden bahsetmişti. Beşir Fuad'ın bu sarsıcı ölümü,
peşi sıra bir intihar dalgası yaratmış, kimi müntehirler Fuad'la aynı yöntemi
tercih etmişti. Öyle ki bu dalganın durdurulması, iradi ölüm bahsinin
kapatılması için dönem gazetelerinde
intihar haberlerinin yayımlanması 2. Abdülhamid'in emriyle yasaklanmış,
bununla sınırlı kalmayan şaşkınlık ''intiharın da yasaklanması''na kadar
sürmüştü. Beşir Fuad'ın yarattığı bu tedirginlik, kendini öldürmesinin yanında
kuşkusuz kendi canına kıyarken yaşadığı deneyimi kağıda aktarabilecek
soğukkanlılıkta kalabilmesiydi. O ana dek yaşamın kutsallığı, intiharın
affedilmez bir günah olduğu ve yalnız güçsüzlükle açıklanabileceği öğretileri
sarsılmış, Beşir Fuad tüm bu inançların üzerinde bir devinim yaratmıştı.
Daha sonra ilk Türk pozitivisti ve naturalisti olarak anılacak
olan Fuad, Ahmet Mithat Efendi'ye yolladığı mektubunda intihar anında kestiği
damarlarını sıkıcı tutup kan akışını durdurarak kurtulabileceğini bildiğini
fakat son ana kadar bunu iradiyen yapmayacağını bildirmişti. Beşir Fuad, insan
ölümünün evrelerini deneyimlemek, bu deneyimi bilime fayda sağlayabileceği
fikriyle kalanlara aktarmak adına kayda geçirmek için harekete geçmişti. İnsan
ölümleri daha önce çok kez gözlemlenmişti, fakat ilk kez bir ölüm, ölen
tarafından gözlemleniyordu. Bedenini incelenmesi için Mekteb-i Tıbbiye
öğrencilerine bağışlayan Fuad'ın kendine yönelttiği şiddetli hiçleştirme bir
yanıyla, dünyada yaşayan milyarlarca canlıdan, bir karıncadan ya da balıktan
farksız olduğu üzere ısrar beyanıdır. İnsan yaşamını hem kendi aralarında hem diğer
canlı yaşamları karşısında değerli
olduğuna ikna eden bir diğer insandır. Oysa insanın zirvede arzuladığı,
en temelde erdemlediği yaşam bir koyunun yaşamına çok sınırlı
yaklaşabilmektadır.
Beşir Fuad'la ilgili daha fazla bilgiye ulaştıkça onun akıl hastası
annesi gibi delirmekten korktuğu
söylemi, daha çok bir itham olarak kalıyor. En azından açıkça
söylenebilir ki, bu bir iddiadır. Keza eşi, sevgilisi, dönem dönem hayatına
giren kadınlarla süren ''çalktantılı'' özel hayatı nedeniyle kendini alkole verdiği
ve bu hayat tarzının sonucu olarak
canına kıymış olabileceği iddiası bana daha çok, onun kendini yaşama verememiş
olabileceğini düşündürüyor.
İyi de bir asker olan Beşir Fuad'ın Fatih Rüştiyesi'nin
başlayıp, ailesinin Suriye'ye göçüyle burada Cizvit Mektebi'nde süren eğitimi,
daha sonra İstanbul'da Askeri İdadi'nin ardından Mekteb-i Harbiye'yle
sürecektir. Başarısı ve zekası onu
Abdülaziz’in yaverliğine kadar uzandırırken bu görev esnasında Osmanlı-Sırp
muharebelerinde, yaverliğininin sonrasındaysa Osmanlı-Rus savaşları ve Girit
İsyanı'nın bastırılması muharebelerinde gönüllü yer alacaktır. Yaşamının son dönemininde askerliği bırakacak
olan Fuad, bu dönemde tüm dikkatini yazın hayatına yönlendirecektir. İlk üretimleri Enver-i Zekâ adlı dergisindeki çevirileri,
felsefe ve fizyolojiye ilişkin makaleler olarak ortaya çıkar. Daha sonra 1884
yılında Hâver ve Güneş adından iki dergi çıkarır. Bu dönemde Tercüman-ı
Hakikat’te yazan Ahmet Mithat'ın dikkatini çeken Fuad, daha sonra Mithat'ın
isteğiyle dostluklarını başlatmış olan ziyareti gerçekleştirecektir.
Hayatını sonlandırdığı sene çok verimli bir üretim içinde olan
Beşir Fuad'ın, on biri ölümünden sonra
olmakta birlikte o yıl toplam otuz yedi makalesi yayımlandı. Kendine biçtiği
ömür bittiğinde özenle hazırladığı yöntemini bahsettiği soğukkanlılıkla
gerçekleştirmekte tereddüt etmedi. Beşir Fuad, 5 Şubat 1887'de Cağaloğlu
yokuşundaki evinde kendini öldürerek, ölümünü kayıda alarak ve kendi ölümünün
ilk şahidi olarak otuz beş yaşında yaşamdan ayrıldı. Beşir Fuad sürüyor...